Bizim aşkımız, sevdamız bir girdap gibiymiş, sonradan öğrendim. Ben bu girdap da bir kuş gibi süzelerek kayboldum. Senin kadar yetenekli değildim, kaçamadım.
Bedenimin çaresizliğime tahammülü yok artık. Nereye dönsem duvar, nereye dönsem karanlık. Getiremiyorum gözlerimin önüne ellerin kadar nacizane denizleri. Kendime bir ışık bulamıyorum. Kapatmışlar sanki güneşimi. Arıyorum, arıyorum… Yok. Yoksun.
Artık nefes almaktan başka yaşamaya ne çare var? Bir yanımız hep kırık, hep dökük… Keşke tüm bedenimle boğulmasaydım. Lakin sendeki bakışlar, haller olduktan sonra boğulmamaya çare mi vardı?
Şimdi kısa bir rüya gibi yaşananlar. Bir anda başlayıp bitmiş gibi. Nerden bilebilirdim ki hasretin bu denli büyük olduğunu? Nasıl bilebilirdim ki sana ulaşmanın ne kadar gurur koktuğunu? Ellerine bir kez daha dokunmak istedim. Kaybolup gitmek istedim gözlerinde… Düşlerimi, düşlerinde birleştirip bu dünyadan uzaklaşmak istedim, olmadı! Olamazdı da zaten… Dünyaya gerçekçi baktığını şimdi anladım. Yaşama düşlerle, umutlarla bağlanan bir adam var sahnede, yalnız başına oturuyor ve dudakları kıpırdıyor: “Birbirimize ağır geldik Menekşe, bu kadar ağır bir yükü kaldırmaya gücümüz yoktu.” Çaresizce birbirimize sırtımızı dönmekten başka çare yoktu. Benim sensiz yaşamaya çarem de yok ama yaşıyorum işte… Yaşa diyorlar; yaşıyorum…
Bir gün, hala birinin elini tutmadığında sende “yaşa” de bana ama sarılarak…
Aşk dolu hasret dolu mısralar tebrikler ederim kardeşimi,selamlarımla.