in

Eşyaların Tesellisi: Bir Masumiyet Müzesi

“Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.”

Böyle başlıyor büyük aşk hikayesinin ilk cümleleri… Bir kitap ki içinde tüm zenginliği, kokusu, hayatı ve umuduyla karşılıyor bizleri.  İçimizi burkan, inanç, aşk, duygu, zaaf, merhamet gibi bir çok şeyi beraberinde getiren bir kitap bu: Masumiyet Müzesi. Okurken kitabın dünyası öyle bir sarıyor ki, sanki hep orada yaşıyormuşuz da “şimdiye” arada  bir dönüveriyormuşuz. Sıradan bir aşk hikayesi değil ama bu, aşk kadar başka hisleri öğretiyor insana.

Kitabımız, 1975’te bir bahar günü başlıyor, İstanbul’un nadide semtlerinden olan Nişantaşı’nda. Basmacı ailesinin haylaz, inatçı, saf ama iyi kalpli, otuzlarında bir çocuğu olan Kemal, nişanlısı Sibel’le evlenme hayalleri kurarken hayatı, ansızın dünyasına giriveren bir genç kızla baştan başa değişiyor. Uzak ve yoksul akrabası Füsun bu, liseyi bitirmiş, bir butikte tezgahtar. Görenlerin bir daha dönüp baktığı, güzelliği, koyu renkli gözleriyle insanı hayran eden çok tatlı bir kız o. Sibel’e bir hediye almak için girdiği dükkanda onu görüyor Kemal ve o günden sonra asla aklından çıkaramıyor Füsun’u. İsmi gibi büyüleyici. Sıcak ve samimi. Gitgide bu bağlılık aşka dönüyor, ki buna Füsun da kayıtsız değil. Nişan gününe kadar beraberler bu aklı havada çift ve bu sırrı birkaç kişiden başka kimseler bilmiyor. Kemal ona aşık olmaması gerektiğinin farkında ama kalp bu, en olmadık şey için atmayı seviyor. Nişandan sonra Füsun, her zaman uğrak yerleri olan Merhamet apartmanına bir daha gelmiyor. Kalbi kırık, bunun böyle olacağını biliyor ama kalbine söz geçiremiyor işte. Kemal ise hala onun yollarını gözleyen bir aşık, o apartmanda Füsun’un içtiği sigaraları, dokunduğu eşyaları, görüp baktığı ne varsa bağımlı olmuş hepsine… Mutsuz ve karamsar artık. İşte tam da burada, eşyaların teselli etme gücünü, yalnızlığını paylaştığını fark ediyor Kemal. Acının evrensel dili olan ve tek çaresi ağlamaya çıkan bu dert, onu tesirine almış bile. Ondan çok uzun bir vakit haber alamıyor. Çekip gitmiş Füsun ama Kemal vazgeçmiyor. Sibel’e dayanamayıp bir başkasına aşık olduğunu itiraf ediyor. Sibel çok mağrur bir kadın, onu onarmaya çabalasa da Kemal’in saplantısı onu bitirmiş… Nişanı bozuyor yenildiğinde. Kemal’in artık tek bir amacı var, her ne olursa olsun Füsun’u bulmak, onun uğruna neler yaptığını söyleyebilmek, ve daima onu seveceğini söylemek. Mutlu olmak için sadece sevgilisine ihtiyacı var.

“Mutluluk, insanın sevdiği kişiye yakın olmasıdır yalnızca.”

Çabası sonuç verip de Füsun2u bulduğunda, yıkılması an meselesi Kemal’in… Zira sevdiği kadının hayalci, sinemacı bir adam olan Feridun’la evlendiğini öğreniyor. Aşkına ket vuramaz çünkü her şey bitmiş değil, her ne kadar sosyeteden, ailesinden, arkadaşlarından söz duysa da, alay edilse de duramaz artık. Ne olursa olsun onu görmek,, onun yaşadığını bilmek yetiyor bu devrede Kemal’e… “Aşk verdiği ıstırap ile ruhumu bir yandan terbiye ediyor ve beni daha olgun bir adam yapıyordu, ama diğer yandan da aklıma bütünüyle el koyarak, olgunluğun verdiği mantığı kullanmama çok az izin veriyordu.”

Yapacağı tek şey, Füsun’un kocasıyla arkadaşlıktır artık. Füsun’a aşkını artık sevgilisinin annesi babası da bilmektedir ama onu hiç engellemezler. Çünkü  Füsun, zamanında Kemal’in nişanlıyken ona çektirdiği “ikinci kadın” olma acısını bilmektedir. Bu yüzden de Kemal’le yaşamaya devam edebiliyor. Onu kıskandırmak istiyor. Füsun’un tek hayali, artık bir artist olmak ve filmlerde oynamak oluyor. Buna Kemal ve Feridun da yardımcı ama ona Yeşilçam’daki kötü insanların tebelleş olmasını istemiyorlar. Aşk olgun bir adama çeviriyor Kemal’i.

“Eğer umutsuzca âşıksak, baba kaybından en sıradan talihsizliğe, mesela anahtarımızı kaybetmeye kadar her şey, diğer bütün acılar, dertler ve huzursuzluklar, her an yeniden kabarmaya hazır olan bu asıl ıstırabımızın tetikleyicisi olur.”

Füsun’lara çok uzun bir zaman gidip geliyor Kemal. Artık hayat sadece ondan ibaret, onunla yükümlü. Kaybetmenin acısını biliyor ve kısacık bir mutluluğu bile heba etmek istemiyor. Onun aşkı öyle bir kök salmış  ki içinde, Füsun’a dair ne varsa alıyor, yine ona dair her şeyin olduğu Merhamet apartmanına götürüyor. Tesellisi onun boynuna sarılması değil, eşyalarıyla oyalanması oluyor. Bu esnada Füsun ile Feridun da ayrılıyorlar. Kemal mutlu çünkü sevgilisine 9 senedir kavuşamamış, artık ona daha yakın olabilir…

“Onun için dünyanın bütün acılarına katlanabileceğimi, bunun da beni bitireceğini biliyordum.””

Kitabın sonu söylenmez, sadece belli bir kısmını yazalım. Bu şahane eserde sadece aşk değil, mutluluk, aile, arkadaşlık, tutku gibi duyguları da özümsüyor, bu rengarenk romanda hayatın bize verdikleriyle yetinmeyi öğreniyoruz aslında bir nevi. Kemal’in eşyaları, günümüzün Masumiyet Müzesi’ne dönüşüyor artık. Füsun2u kaybedişinden sonra…

Şimdi birkaç alıntıyla bitirelim tahlilimizi…

“Hayatta esas mesele mutluluktur. Bazıları mutludur, bazıları mutlu olamaz. Tabii çoğunlukla ikisi arasında bir yerdedir. Çok mutluydum o günlerde, ama fark etmek istemiyordum. Şimdi yıllar sonra, farketmemenin belki de mutluluğu korumanın en iyi yolu olduğunu düşünüyorum.”

“Yıllar sonra kendimi kitaplara verdiğim zaman, o günlerde hissettiğim sıradanlığı ve bayağılığı en iyi ifade eden satırları Fransız şair Gerard de Nerval’in bir kitabında okudum. En sonunda aşk acısından kendini asan şair, hayatının aşkını sonuna kadar kaybettiğini anladıktan sonra, Aurelia adlı kitabının bir sayfasında, bundan sonra hayatın kendisine yalnızca “kaba oyalanmalar” bıraktığını söyler.”

 “Ona bakarken , çok tanıdık birini görüyormuşum, onu bilmiyormuşum duygusuydu bu . Bana benziyordu . “

“Güzelliğinden ya da kendimi çok yakın hissettiğim hareketlerinden ve teninden sızan bir ışık, bana dünyanın gitmem gereken merkezinin onun yanı olduğunu hatırlatıyordu. Geri kalan yerler, kişiler, meşgaleler, kaba oyalanmalardan başka bir şey değildi.”

Orhan Pamuk’a saygıyla…

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Sarı Yazar

Written by Raziye Sayaslan

Bir cevap yazın