in

On sekiz yılım, sessiz kalan iç ses

18 yıldır gözlerimin gördüğü bir ayna var. Aynanın içinde bir canlı var gibi, sanki cansız. İnsan mıdır bilemiyorum. Yıllardır çekip git diyorum, gitmiyor. Ya Allah aşkına diyorum, tekme vuruyorum; gitmiyor. Resmen başımın belası.
Ayaklarını iyice inceliyorum. Çorap var mı yok mu, inanın bilemiyorum. Adeta tüm rezillikler üzerinde toplanmış. Ayakları oldukça şişmiş. Sanki çok yer gezmiş gibi, çok yer görmüş gibi. Amaan! Bu adamı nasıl övebilirim ki? Övsem kalem göz olur yıllarca akar durur. Mübalağaya gerek yok şimdi. Belli, çok koşmuş bu adam. Koşmuş da hiç bir şeyi başaramamış. Belli ki her koşmaya başladığında yere düşmüş. Yere mi düşürmüşler acaba? Sanmam. Bu ahmak düz yolda bile yürüyemez.
Bacakları oldukça sıska. Dizleri mosmor. Doğru tespit etmiş olmalıyım ki hep düşmüş. Kan akıyor gibi. Aslında bir bakıma oldukça kan kurumuş bacaklarında. Bu utançlı kanlarla kim yürüyebilir ki? Nasıl yaşayabilmiş 18 yılı? Hala yaşıyor mu acaba? Şahsen bu utanç verici, rezalet bir bedenin nefesini kontrol etmek amacıyla yüzüne bakmak istemiyorum. Aman Allah’ım! Böyle bir adamı görmek… Bende bunla sınanıyorum galiba.
Aman Allah’ım sırtını bir daha görmem umarım! Oldukça bıcakla dolu. Kanlar belinden hala akıyor. Bir tarafı kurumuş kanlarla dolu. Bu nasıl bir koku? Sen nasıl bir yaratıksın böyle!
Korkarak eline bakıyorum. Olabildiğince mürekkepli. Uzun süredir mürekkeple uğraşmış olmalı. Ne yaptı acaba? Bedeni o kadar kanlıyken neden bir şeylerle uğraşmış? Sanırım bir ahmak olmalı, koskoca bir ahmak. Ellerinin bir tarafları mosmor. O morluk öyle bir kaplamış ki ellerini, sanki ellerinde et yok gibi. Hep bir hata yapmış. Resmen uğursuz bu! Elini neye koyduysa iyi bir şey olmamış. Sanırım hep cezalandırılmış. Ellerine vurulmuş; bir daha hata yapmasın diye ve yine hata yapmış. Adeta rezalet bir bütün!
Kolları sıyrıklarla dolu. Anlaşılan o ki hep kuyulara düşmüş. Kendi çapında çıkmaya çalışmış gibi. Bu kadar fazla kanı görmek midemi bulandırıyor.
Yüzü soluk. Yanaklarında tokat izleri var. Sanki devamlı işkence görmüş gibi. Bence zararı yok. Böyle bir kişi ancak böyle iyi biri olur. Düşünüyorum da tokatla, dayakla olacak bir iş değil bu. Bu sorunu (bedeni) kökten halletmek gerekiyor.
Kulakları en acayip yeri. Mahvolmuş bir halde. Sanırım çok kötü sözler duymuş. Ne yani böyle biri için insanların iyi bir şeyler söylemesi, bence yaşama küfür niteliğinde. Kulaklarından bile kan akıyor. İnanılmaz! Bence böyle bir insan olamaz.
Dudakları mosmor. Bu bedende morluktan başka bir şey yok mu? Sanki ölüm onunla durmadan sevişmiş. Biraz izinsiz olmuş gibi. Neden son öpücük bu kadar gecikmiş? Bence son öpücük bir anda olmalı.
Yanakları ile burnunun arasını görmek istemezsiniz. Şelale kurumuş gibi. Lakin bu sıvı kıpkırmızı bir şey. Gerçekten insan birkaç saniyeden daha fazla bakamıyor.
Gözaltları da mosmor! Yumruk yemiş olmalı. Bu yumrukları vuran gerçekten sağlam vurmuş. Hayat olabilir, şu anlık böyle düşünüyorum.
Gözleri garip… Nasıl anlatılabilir bilemiyorum. Çok derin. Yaşanmışlıklarını görüyorum. Aman Allah’ım, görmez olaydım! Neler yaşamış böyle? Nasıl katlanabilmiş? Koskoca karanlıkları görüyorum gözlerinde. O karanlıkların içinde kaybolmuş bir adamı görüyorum şimdi. Oluşturduğu veya oluşturulan karanlıkların içinde kaybolup, gitmiş bir adam.
Kaç kez aldatılmış? Şu an izliyorum geçmişini gözlerinden. Hemde dostunun evinde dostu sandığı kişiyle, aşık olduğu kadının yatışını seyretmiş bir adam. O, bu, şu… Gözlerinin önünde kaçar kez aldatılmış… Sanırım aşık olduğu kişiler çok zekiler. Onlarda bir süre sonra her şeyi anlamış olmalı ki onu terk etmişler. Bence en doğrusunu yapmışlar. Bunun gibi bir varlığa kim dayanabilir ki? Beslediği ilk ve son köpeği bile onu terk etmiş.
Aman Allah’ım! Hep bir hata, hep bir hata! Kendisinin aşk sanıp bağlandığı kişiler onu bir yalana davet etmişler ve utanmadan o harika insanların davetine katılmış. Sanırım artık o da bunun farkında. Aşık olduğu bir kadın tarafından bile hiç sevilmemiş. Ayrılık günleri birbirlerini kovalarken sevdiği, umursadığı, bağlandığı kadar kimse ona bağlanıp umursamamış. Ne yani, bir de sevseler miydi?
Gözlerini gözlerime katıyorum. Onun gibi dünyaya bakmak istiyorum; kısa bir süre olmalı. Ne yapayım, merak işte: Sanki çaresizlik kelimesi o doğduktan sonra çıkmış. Çaresiz bir boşluğu görüyorum. Boşvermiş gibi. Böyle biri hayatına ancak boşvererek devam edebilir. Fakat ne kadar boşverebilir ki? Daha ne kadar böyle devam edebilir? Her şeyi, hemde her şeyi karanlık görüyor. Dünü, bugünü, yarını… Her şey kapkaranlık. Aydınlığa dair hiç bir şey yok! Ne oldu sana adam? Ne yaşadın böyle? Bunu sana kim yaptı? Amaan! Şu an gerçekten saçmalıyorum. Buna daha kim ne yapabilir ki…
Aynadaki kelimelerle bile tanımlayamadığım adamın dudakları oynuyor: “Beni kimse anlamadı, anlatamadım; kafamın içinden geçip beni mahveden hiçbir şeyi.” “Sus be! Hem seni kim anlasın! Kimsin sen! Anlaşılacak biri olarak mı görüyorsun kendini? Şu haline bak. Aptal, sünepe! Güzel değilsin madem keşke çirkin olsaydın.” Utanmadan hala dudaklarını oynatıyor. “Siz sadece fiziki görünüşe bakıyorsunuz.” “Sana sus dedim sersem! Sen kim oluyorsun da benimle konuşmaya cürret ediyorsun! Fiziki görünüşe bakmayıp ne yapacaktık? Biliyor musun, ‘sen bir zararsın.’ Ve şunu asla unutma: “Zararın neresinden dönersen kardır.” Edepsize bakar mısınız? Bir de konuşmaya çalışıyor. Şimdi gözlerinin içine bakarak söylüyorum: “Sen lanet bir adamsın!”
Kokusu da oldukça pis! Aslında ölü bir adam ancak böyle kokabilir. Buna yaşıyor dememi beklemeyin lütfen. Bu acımasız bir durum değil. Bu aslolan gerçekler.
Kulaklarında yankılanan sesleri duyuyorum. Kim karşısına geçip görse hakikatını: “Rakı koy, rakı. Bu dertler geçmez yoksa.” demiş. Bakın nasıl da titriyor dudakları: “Dert değil bu, bu yaşam. Benim yaşamım!” Dudaklarımdan dökülen tek cümle: “Yaşamaz olaydın!”
Etrafında bir çok insan var bugünlerde. Sanırım bir şeyleri kutluyorlar. Hepsinin ağzı kulaklarında, bir neşe içindeler. Doğum günü olmalı. Aman Allah’ım! Böyle birinin doğum günü nasıl kutlanabilir? 17 şubat günü tüm dünyada yas günü ilan edilmeli. Keşke 2000 yılının şubat ayının 17’sinin perşembe günü olmadan çarşambadan cuma atlamalıydı gün. Bu bedeni hiç görmemiş olurdum.
Sonuç olarak, hayatın zillesiyle tokadını yemiş mi bu adam, öyleyse ‘ziyade olsun.’
Yoksa 18 Yaşına gelen bir yazar mı?
Dudakları titriyor şimdi: “Ben hiç bir şeyi olmayan, hiç bir şeyim!”

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Yeşil Yazar

Written by Evren Sarı

"Kafamın içinde dönen, bir türlü kimselere anlatamadığım dünyayı anlatmak için yazıyorum."

Kilometrelerce uzaktaki insanların yüreğine, ruhuna dokunabilmek bir nefestir, ifadesini kullanan, yazılarında varoluşçuluğu benimsemiş yazara edebiyatçılar tarafından "Düşünen Adam, Bohem, Ölüm Yazarı" gibi lakaplar takılmıştır. "Düşünen Adam, Bir Şair Adamın 118 Günlük Öyküsü ve Çaresiz Adamdan Uzak Diyarlara Mektuplar" kitaplarını yazmıştır. Ona sosyal medya hesaplarından ulaşabilirsiniz.

Bir cevap yazın