in

Kırık Söz

Gölün buzundan çölün kumuna, insanın soğuğundan zamanın sıcağına, kalabalıktan yalnızlığa ya da tepeden göbeğe, yabandan yavana ne fark eder… lâf, her iklimde lâf. huzûr adında bir ada da yok. elbet kurtuluştan sayılmaz kaçmak. acıya dayanmak tersti kimyama. terk ettim her şeyimi. yaralı ruhum kaldı bir, bir de kör-topal ömrüm: ölgün. Uzun kırçıl-sarı saçlarımı kazıttım önce. sonra ayaklarımda belğa, başımda şemağ, gövdemde cebbe, oldum bedevî. az gittim uz gittim, ters döndüm düz gittim, vardım sahra’ya. yüzümü yüzüne dayadım güneş’in: şimdi ölebilirdim.

âh hayatı kutsayan yalan, senin adın ne, demem… ey anlam, ne gördüm ne duydum ne de sevebildim seni. din ile dil arasındaydı dar nefesim. gömdüm ilkel âdetleri, yaşlı aletleri ve nefsimi ve hevesimi kuzey ışıklarına. umarım kum fırtınama az kaldı… Gayri sorgulamamalı hiçbir şeyi. çatlak dudakları yalamaya ne hâcet. ne serâp ne su. ne yol-yön ne ân ne anı: öylece durmalı; öylece durdum: kırdım kumdan saati, sildim cehennemlik cenneti, bıraktım şehveti, şiddeti, nefreti; kestim tanrı’yla muhabbeti. sustum kendime.. yetmez mi…

Bembeyaz doğmak, mosmor yaşamak ya da buza çalan ninniler, benzi solmuş masallar ya da çocuk olmak şöyledir kuzey’de, böyledir demokrasi, özgürlük, zenginlik hikâyeleri desem mi, anlatsam mı tam da çatlarken en hassas yerimden ya da aşk efsaneleri, sanat vakitleri, saâdet günleri-geceleri… ne bekler bir okur bir ölgünden… üslûp, dil, söylem mi.. coşku, kasvet, mâtem mi.. virgül, nokta, ünlem mi… canı cehenneme kan emicilerin desem mi, dedim.
Titremeyle terleme arasındayım şimdi: benim de bir arâfım var. eski buz gölü balıkçısı, yeni kum çölü yabancısı. ‘öncesini bilemeyen de sonunu belirler.’ işte tam on ikisindeyim hedefimin: mîrâs olsun benden size bu kırık söz.

Ey okur, oku ve unut bu birkaç cümleyi, elbette eline geçtiyse. geçmediyse neler kaybettiğini bir düşün ve yine unut: unutmak farzdır her zavallıya. Neyse ne… fenâ mı oldu karalamak birkaç paragraf… gölden çöle yarım yamalak bir yolculuk… sıkılmadınız mı benzer hikâyelerden… derdinize, kendinize koşun: ölüyorsunuz.
beni soracak olursanız, sabâhtan akşama dek bach dinleyen, artık hiçbir şey okumayan ve son öyküsünü az önce kaleme alıp yazmayı da bırakan, sürekli nasıl öleceğini düşleyen emekli bir felsefe öğretmeniyim nauru’da (bir vakitler pleasant adası diye bilinen, güney pasifik’te, on bir bin nüfuslu bir mikronezya ada ülkesi.)

sizi soracak olursam diye hiç beklemeyin.

hamiş: ‘kırık söz’ adı verilmiş bu yazıya, ıkarus’tan (süpernova patlamaları dışında görülebilen en yakın tek yıldızdan yüz kat daha uzakta olan, dünya’ya dokuz milyar ışık yılı mesafedeki yıldızımızdan) küllenmiş dünya’ya araştırma ekibimizce gerçekleştirdiğimiz bir seyâhat esnâsında rastlantısal olarak denk düştüm ve teknolojimiz sâyesinde çözümlettiğim kül-yazıyı, yıldızlararası hikâye müzesine teslîm ettim / ıkarus’lu tityumbalt-61hz

şerh: gezegenlerimizin yok olma ve de başka formlardaki dirimlerin evrende yer alma olasılığından dolayı bu alt-bilgiler sunulmuştur [ayrıca, gezegenlerimizde ölümün hiçbir hâli söz konusu değildir.]

not: bizi soracak biri çıkar diye beklesek mi…

* ‘öncesini bilemeyen de sonunu belirler’ sözü üzerine hâlen düşünülmektedir…

tan doğan

What do you think?

2 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Misafir Yazarlar

Misafir yazarlardan gelen içerikleri paylaşıyorum.

Siz de göndermek istiyorsanız detaylı bilgi ;
Misafir Yazarlık

Bir cevap yazın