in

Parıltı

Güzel geçen bir günün ardından başımı yastığıma koyup düşünmeye başlamıştım. Yazın tüm nefes kesiciliğini yansıttığı gecelerden biriydi. Gökyüzü dupduruydu, yıldızlar şehrin ışıklarıyla didişmeyi bırakmış onları çoktan bastırmıştı. Yaşadıklarım ve yaşayacaklarım üzerine düşünüyordum. Odamın tavanı şeffaflaşmış tüm yıldızlar içeriye dolmuştu. Yakın bir geçmişi hatırlayamamanın verdiği rahatsızlık saplandı zihnime. Eski hatıralar tüm tazeliğini korurken hafızamda, yeniler silinip gitmişti. Güncemi açtım alelacele, içindekileri okurken bir yabancının yaşadıklarını okuduğumu hissettim. Sakinleşmeye çalıştım, odamı dolduran yıldızlardan biri iyice içeriye sokulmuş, yatağımın üstüne kadar gelmişti. Tekrar uzandığımda tam önündeydi. Parıltısı gözlerimi acıtıyordu. Elimi uzattığımda tüm yıldızlarla birlikte kayboldu. Yıldızlı gecenin yerini bomboş tavan almıştı.
Bir şeyler belirmeye başladı zihnimde,parça parça hatırlıyordum. Fakat hepsi kötü anılardı. Tek bir iyi hatıram yok muydu ya da hatırlayamıyor muydum? Saatlerce çabaladım ama hiç faydası yoktu, artık vazgeçmiştim, geçmişim şer ile doluydu. İnsanlarımdan birer birer nefret etmeye başlamıştım, hepsi ile kötü anılarım vardı sadece.
Tüm bu yoğunluğu delen kapının sesi oldu. Açmak istemedim ancak ısrarla çalıyordu kapının ardındaki kişi. Sabah olmak üzereydi, uyuduğumu düşünür vazgeçer diye bekledim ancak kapı çalmaya devam ediyordu. Kapı sesi artık yatağımın başına kadar gelmişti. Pes ettim ve kapıya doğru yöneldim. Kim olduğuna bakmadan,sormadan ve merak etmeden açtım. O kapıdaydı. Günceme göre dostum ancak hafızama göre bana en büyük kötülükleri yapan kişi. “Nerdesin, saatlerdir sana ulaşmaya çalışıyorum” diye telaşlı telaşlı sordu ve davet edilmeksizin içeriye girdi. Ne yapacağımı bilmiyordum, sadece nefreti hissediyordum içimde. Telefonumdaki onlarca cevapsız çağrıdan, bugün için yaptığımız plandan, beni ne kadar merak ettiğinden bahsedip duruyordu.
Telaşı geçmiş ve neyim olduğunu sormaya başlamıştı bir yandan kahve yaparken. Kahve makinesinden yayılan koku tanıdık gelmeye başlamıştı ve hoşuma gidiyordu. Ne olduğunu anlamak için sorduğu soruların hepsine “bilmiyorum” diye cevap verdim. En sonunda “yine mi?” diye hayıflandı. “Kaç gündür ilaçlarını almıyorsun?” diyerek ilaçların bulunduğu çekmeceyi karıştırmaya başladı. Elime tutuşturduğu iki kapsülü hala fazlasıyla sıcak olan kahvemle içtim. Kendimi çaresiz hissediyordum. Bir şeyler ters gidiyordu ancak ben hiç birinin farkında değildim.
Ne yapmak istediğimi sormaya başladı. “Denize gitmek istiyorum” diye yanıtladım usulca.
Yaz güneşinin öğlen öncesi yakıcılığıyla uyandım. Hiç konuşmadan beni arabaya götürdü ve yerleştirdi, ardından yola koyulduk. Her   şey yerli yerindeydi artık hafızamda ve utanç duyuyordum. Bana kızdığı tek konunun ilaçlarımı aksatmış olmam olduğunu söylüyordu ve bunun dışında her koşulda yanımda olduğunu belirtiyordu. Sadece dinledim.
“Dün gece senden nefret ediyordum” dediğimde yüzünü şaşkın bir ifade kapladı. Tek tek açıklamaya başladım, hafızamda yalnızca kötü anılarımızın tutunduğunu, bir tek ondan değil tüm bildiklerime karşı nefreti hissettiğimi. İyi hatıralar silindiğinde hayat korkunç bir hal alıyordu ve sevgiye yer kalmıyordu. İçimde en ufak bir sevgi kırıntısı yoktu dün gece. Yaşamak ızdırap veriyordu her nefeste. Yeryüzünde kötülüğün kök salmasının sebebi miydi yoksa güzel anları yaşamış olmanın yoksunluğu. Dün gece yaşadıklarımın sadece bir rutin olduğu insanlardan elbette fenalık beklenirdi. Tüm yaşanmışlıkların içerisinde önemsiz gözüken ve kaybolup giden güzelliklerin değerini anlamamız gerekiyordu. Onlar olanaklı hale getiriyordu birlikte yaşamayı. Her birini çekip çıkarınca geriye yalnızca bir enkazın içerinde nefret kalıyordu. Hissedebileceklerimden korkuyordum artık ve güzellikleri yüceltmek için çalışacaktım.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Gökhan ERDOĞAN

büyüyünce kafka olucam.

Bir cevap yazın