in

Alın Yazısı

Günümüz ilişkilerinin durumu, çiftler arasındaki iletişim ve ilişkiyi ele alış biçimleri, bir nesil öncekiyle bir hayli farklıdır. Bir zamanlar, bir Yeşilçam klasiği vardı: Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ın Selvi Boylum Al Yazmalım’daki o son sahne. Sahi şimdi sevgi nedir? Elinin tutmak mı, öpmek mi, gözlerinin içine bakmak mı yoksa sadece sevdiğini söylemek mi?

Bir ilişki düşünün. Kadın yolun başında, adam gittiği yoldan geri dönüyor. İkisi de yorgun. Bir bankta yan yana soluklanıyorlar. Kadın dönüp adama “Selamınaleyküm” diyor ve hikaye tam da burada başlıyor. Sanki o bir tek cümlede kadın ömrünü adamın avuç içine bıraktı ve adam sımsıkı sarılıp ömrünü kadının yüreğine döşedi. Ne zaman okuduğumu hatırlamadığım köşe yazılarının birinde Gökhan Özcan şöyle diyor: Her selam verenin bir aleykümselam diyeni vardır, davran ki nasibin olsun!

Bir insanı sevmek yetenek işi; sevilmek ise nasip. Herkesin yüreğinin yettiği kadar sevdiği şu dünyada önceliği çıkar olan sevdalar kör topal ilerliyor. Aşık olurken kör ebe olup birini tutuyoruz sanki. Akıl ve mantığın devre dışı bırakıldığı bir psikopatlık haline dönüşüyor aşklarımız. Ama bu kadınla adamın aşkı bir başka. Dışarıdan bakıldığında imkansız görülüyor. Çünkü adam yolun yarısını yaşamış Cahit Sıtkı misali. Kadınsa hayata dair daha körpe umutlar barındırıyor.

Modern ilişkilerden bahsederken tanışma şekillerine de değinmekte fayda var. Sosyal ortamın etkisi o kadar büyük ki yüzüne bakmadan yaşıyoruz tüm heyecanlarımızı. Kaçınız yüzünü görmeden mektuplarıyla sevdi birini? Kaçınız aklınızda aklını eş eyleyip sonra yüreğine sardı bir yüreği? Beğenilerin tavan yaptığı bir devirde, görmeden sevmeyi kimse risk olarak alamıyor. Ama bu kadınla adam tam olarak bunu yaptı. Kadın adamın önce aklına girdi sonra yüreğinden ömrüne sultan oldu. Adamsa önce bir sırdı, sonra kadına nur oldu.

Aşktan bahsederken şu üç kelime ağır basıyor: sevgi, şefkat, sevişmek. Bu üç unsurla temeli atıp üzerine ömrü koyarak yaşanıyor hayatlar. Ancak ilk adımı neyle attığınız önemli. Her sevişen sevmiyor. Her seven sevişmiyor. “İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün, nasıl kayıp gidecek elinizden” diyor Nuri Pakdil. Oysa bir insanın vücudundan önce yüreğine dokunmamız gerektiğini unuttuk. Tam da bu durumda kadın için adamın elini tutmak ya da dudaklarından öpmek değildi mesele. Onun için omzuna başını koymalı, huzuru sinesinde demlemeliydi. Bu yüzden yıllarca sarılmadan sadece bakışarak, konuşarak ve susarak özlemlerini giderdiler. Adam şikayetçi değildi. Sevdiği kadın bir nefes ucunda onun için yaşıyordu. Dokunmasa da olurdu, onu seviyordu nihayetinde. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı, gözlerin biraz hüzün, biraz neşeyi bir arada barındırdığı zamanlar artıkça sevgi yüreğe daha çok yükleniyor. “Seni seviyorum” demekle bitmiyor, asıl mesele onun yükünü göğüslemekte. Lafların itibarının yüksek olduğu zamanlardayız. Verilen vaatler, tutulmayan sözler…

Amy: Ama ayrılığımızın ikinci gününde, birlikteliğimizin son iki ayındakinden daha fazla seni gördüm ve seninle konuştum.
Sheldon: Beni daha az görmek istiyorsan tekrar çıkabiliriz. (The Big Bang Theory/ Sezon 9)

Ayrılıklarımız kuru, hemen acısı geçen ve unutulan. İlk gece zor geçip ikinci güne yeni bir hayatla başlamak gibi. Oysa bu kadın için o adamı unutmak çok zordu. Hele de kokusunu dahi bilmediği biri iken o kadar zordu ki. Birbirlerinden en fazla on gün ayrı kalsalar ikisi de deliye dönüyor, kasıp kavruluyordu yürekleri. İlişkilerini ellerinin tersiyle iterek sadece kendileri olmayı başaran ve birlikte iken sanki tüm evren onların etrafında dönüyormuşçasına mesuttular. Kadın, onunla görüşmeye gitmek için aynanın karşısında hazırlanırken heyecandan şaşırıyordu. İçinde nasıl bu kadar büyüdüğüne hayret ediyor, mutluluktan koşarak çıkıyordu evinden. Beklemenin güzelliği sevgiliyi beklerken anlıyor insan. Ve en çok da geleceğini biliyorsan… Yolun başında gözükünce gözler istemsizce parlıyor, dudaklar yana kıvrılıp tebessüm ediyor. Biraz gecikse bulutlar toplanıyor gözlere, saat yerinde sayıyor sanki. Oysa o gelince geçiyor her şey, bir tek onu sevmek dışında.

Bir insanı sevmek onu daha çok sahiplenmek demek. Ona ait ne varsa özümsemek… Klişe sevgiler yaşamayın. Bir kadına çiçek, bir erkeğe parfüm alarak 14 Şubat’ta yan yana olmak değildi, sevgi. Kadın adama mektup yazdı en narin el yazısıyla; adam kadına en sevdiği çiçeği aldı masasına koyup her an beni hatırlasın diye. Her kadın kırmızı güllerle mest olmaz. Sahi kaç kadın kaktüs sever ki? Ya da kaç erkeğin gönlü sevdiğinin kokusunu duyacağı bir yazmayla şenlenir? Kaçınız sevdiğiniz kadının saçını koklayarak taradı? Unutuyoruz; sevmeyi ve sevilmeyi. Sonra vebalı yüreklerimize ceset torbalarını asıyoruz. Dağınık, leş ve pis kokuyor içimiz. Arınmaksa duru bir sevgide sevilmekten geçiyor. Adam ve kadın için dupduru bir melodiydi, birbirini sevmek.

Beğenirken kriterleriniz vardır. Birini seçerken maddeleriniz… Aslında “aşk” tüm bunların ötesinde desem. Ne yaşa bakar ne hastalığa ne körpe olmaya. Tüm bunları aynı kabın içinde eritebilirsiniz, ancak tek şart iki yüreğin aynı yöne aynı sevgiyle bakması lazım. Hayat kurmak söylemekten vazgeçilmeyen şarkı gibi. Bir kez şaşırdınız mı ahenk bozuluyor. Bozmadan, kırmadan ve gücendirmeden… Verdiğin sözleri unutmadan… Ben hastayım, ömrüm az ama seni seviyorum dedikten sonra hep yanındayım demekle… En önemlisi yara açmadan, açılmış yaralara merhem olmakla… Adam çok sevdi, kadın çok sevildi. Çok sonra ikisi de kör kütük aşıktı.

Sevgi, adından adlar türetmektir. Harflere sığdıramamak, kalbini açıp göstermeyi istemektir. Adının kimlikteki karşılığının dışında başka manalara geldiğini görerek mesut olmaktır. Kadın bu mutluluğu zirvelerde yaşıyor; adam “ömrüm” kelimesinin duydukça yüreği titriyordu. “Aşkım” dedikçe insanın tüm hücreleri baştan yazılmalı. Manalar denizi derinken sığ kıyılara esir ediyoruz yüreklerimizi. Dinlemekten bıkmadığımız türküleri, okumaktan vazgeçmediğimiz şiirleri yazdıran Cemal Safi’nin ifade edişiyle “kamili cahil eden, vahşiyi yahşi eden”: aşk! İçini boşalttık aşkın; kelimeler sadece resmi evrak bazında. Ama hala her dönem bir leyla-mecnun örnekleri çıkıyor. Yoksa insan içi boş bir tenekeye dönecek. İşte tam da böyle seviyordu bu iki insan birbirini.

Kaç insan, kaç çift birbirinin duası, umudu, hayali, rüyası ve ümidi ki? Geleceği saymak kolay da geleceğine saymak zor. Bugününde olanlar yarına inmeye meyilliler. Dünden gelenler bugün yolu ayıranlar… Liste uzayıp gidiyor. Bu çift, bu adamla kadın sanki tüm her şeye meydan okumak için yaratılmışlardı. Toplumun normları el ele verdiklerinde un ufak oluyordu. Onlar doğru bildikleri şeyi yaptılar: çok sevdiler. İlla ki birbirlerini çok seven çok insan olacak ancak o uyumu yakalamak konusunda herkesin aynı şansı olmayacak. Size tavsiyem: içinizdeki çocuğu eş bir çocuk yüreğine yürek verin. Verin ki kırılmasın umutlarınız, siz kırılmayın. Ve hikayenin sonunda adamla kadın kapıyı kapattı. Üzerinde şöyle yazıyordu: çeşitlerin malikanesi. Altında bir not “adam karısından cins, karısı kocasından”. Yüreğiniz yettiğince çok sevin, sizi seveni ve hak edeni daha çok!

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Zeynep

okudukça gezen, gezdikçe öğrenen, yüreği yettiğince yazan

Bir cevap yazın