in

Elveda

Sonunda neden biz olamayacağımızı anladım, garâm. Bu zamana kadar sen, tüm olmazları önüme koydukça ben bir yerden çıkış bulup ya da bulamayıp yine de sana geliyordum. Çünkü beni hissettiğine inanıyordum. Bu hissiyat herkeste vuku bulmaz diye düşünüp giderek pelteleşen insanlık arasında bizi bulan bir lutüf olduğu için sevinirdim. Günler günleri kovalarken bu lutüf benim için umuda  döndü. Beni hissettiğine inandığımdan; eğer yeterince emek verirsem beni seversin,bizim için kesin aklında bir planı vardır, seni sevdiğime inanırsan bize ereriz gibi nice umuda döndü. İncecik bir huzme olmasına karşın (olmayan) karanlığımızı aydınlatıyordu.

Umut vasıtasıyla her şeyi düşündüm, hesap ettim garâm. Bildiğim kadar olmazı, oldurdum; bilmediklerime saygı duymayı, yadırgamamayı öğrettim kendime. Ben bir kere sevgiye inanıyordum! Bu hayatta benliğimle sarıldığım, yaradana bile onun yoluyla ereceğimi bildiğim sevgiye.. Böylece tüm engelleri aşıyordum.

Bazı geceler;  can eşin olduğumu, canına sarıldığımı ve ben sarıldıkça senin yara bandı yapıştırdığın yaralarının sızısını dindireceğimi hayal ederek uyurdum. Tuhaftı elbette, bu gücü sevgiden bulmam ama sen de bu güce iliğiyle kemiğiyle inanan delilerdendin. Sonra üniversite yıllarımızda kütüphanelerde sabahladığımızı, çalıştıkça edindiğimiz bilmenin yükünü beraber yükleneceğimizi düşündükçe daha çok çalışırdım. Ayrıca bakışlarımız birbirine dokununca birbirmize iyi insanların yaşadığının kanıtı olacaktık.

Derken umut haddini aşar düğünümüzü, yaylanın harmanında yaptığımız hayal ederdim; yuvamızı kurduğumuzu düşündükçe huzurla dolardım. Bu yüzden burayı ayrıntılı anlatmak istiyorum. Bir kere hanemiz küçük olmalıydı ki tartışsak bile bir odaya çekilmemeliydik. Hep birbirimizin yüzüne bakalım diye küçük olmalıydı. Sonra mutfakla salonu bileşik olmalı ve o arada dostlarımızla keyifli sohbetlere vesile olacak sofraları kurduğumuz bir masa olmalıydı. Sen baş köşede otururken bir yanına beni bir yanına da yavrularımızı alacaktın. Ah,en önemlisi çalışma odamıza gelince orada kocaman bir kütüphane ve yan yana iki masa olacaktı. Ben senin kitaplarına verdiğin kıymeti gödükçe muzipçe kıskançlık oyunu oynayacaktım. Ki gönlümü almak için dizine başımı koyup bana şiirler okuyacaktın böylece beraberce sonsuzluğumu yaşayacaktık. Neredeyse unutuyordum. Senin masanın karşısında bir kanepe olacaktı ki yorulduğumda seni izleyip dinlendikten sonra arkandan boynuna sarılıp kulağına şükürler üfleyecektim. Hem belki ileriye doğru neşeti dinlediğimiz bir pikapımız olurdu..

Tüm bunları, senin beni hissettiğine emin olduğumu sandığım geceden sonra dillendirmeye cesaret ettim. Evet, beni belki  sevmiyordun ama bir umut diye sarılmışım bu sonsuzluğa.. Baksana; daha seni tanımadan, senden sonsuzluğu yazmamı dilemeni istemiştim.  Bu kadar erken olacağını bilmezdim ama ben sonsuzluğu yazdım garâm. Hayat işte.. Şimdi bu duruma vesile olduğun için minnettarım!

Ne bileyim, korkarım ya da benim dışımda bir şeyler olur da seni yalnızlığa  bırakırım diye düşündüğüm anlar da oldu. Hatta  seni yalnızlığa bırakan olmamak için senden çok defa  vazgeçtim. Ama umut denen o illet yine ikna etti beni..

Ya da hissetmene rağmen sevemeyeceğini de hesap ettim. (Ama işte özür dilerim, hissetmeme ihtimalini düşünememişim) Sonra seni kurtaran sevgiyi bulman ve yaşaman için Allah’a yalvardım. Elbette ciğerimi söndüremedim ama nasıl bildiklerim kadarıyla bile senin sevgisiz kalmana dayanabilirdim ki?

Ama.. Ama anladım ya da iliklerime kadar hissettim. Sen, umudumu doğuran gecede beni hissetmemişsin ki garâm. Hatırlamadığını söylerdin de benim inanasım gelmezdi (ki artık hatırlamadığına da inanmıyorum). Belki de hatırlıyordur da bir düşündüğü vardır diye umut yakamı bırakmazdı. Hissetmemişsin garâm.  Hissetmemişsin.. O geceyi sana anlatırken sesindeki yabancılıktan, dalganan tonundan ve sonunda kötü günlerin habercisi bellediğinde anladım.Beni anlamsız bırakmandan anladım. İşte o vakit umudun, boynu bükük kaldı. Yazık  garibim benden, kelimelerden, hayallerden utandı..

İşte ben;  umudun başını alıp gittiğinde, senin geleceğin güne kadar tutacağı ellerimi bıraktığında, olmazları anladım. Lakin her şey bir masal gibiydi. Bir gün olur da bir kızım olursa ona sevgiyi aşılamak için anlatacağım gündüzün geceye aşkı gibi bir masaldı. Ne yazık ki herkes bilir masallar gerçeklik karşısında kifayetsiz kalır. Bu masal da sadece ve sadece umudun yitmesi gerçekliği ile anlamsız kaldı.

Eskiden olsa bunları seni kırarım, üzerim diye yazamazdım. Ama kızıma anlatacak bir masala vesile olduğun için sevinmelisin..

Elveda, sevgiye inancımı geri veren garâm!

Elveda, sonsuzluğu bana yazdıran garâm.

Elveda, derdimin çiçeği..

What do you think?

2 Beğeni
Upvote Downvote
Turuncu Yazar

Written by Melike Karagöz

Bir cevap yazın