in

İki kırmızı balon

“korkuyorum… fakat tüm bunları bile bile ilerliyorum!” yazıyordu kitabın ilk sayfasında.”korkularımla boğuşmak acı veriyor yorgun düşüyorum buna rağmen gülümsüyorum” elimdeki kitabı  yatağımın üzerine bıraktım. Elimle masanın üzerinde duran bardağımı yokladım. İçerisindeki kahve soğumuştu. Bardağı da alarak mutfağa gittim. Elimdeki bardağı tezgahın üzerine koyduktan sonra  mutfağın penceresinden sızan ay ışığı dikkatimi çekti. Bulutlar, ay ışığını kapatmak için nasılda çabalıyorlardı. Tıpkı hayatımda yaşananlar gibi. Bulutlar her zaman önümü kapatmaya çalışıyordu ama ben, ay kadar güçlü değildim. Ve saçtığım ışık o kadar sönüktü ki  hiçbir yeri dahi aydınlatamıyordu. Odama geçerken bir anda salon duvarındaki tabloya baktım. Banksy’nin balonlu kız tablosunun bir kopyasıydı bu. Ben bu eserin  umudu tasvir ettiğini düşünüyorum. Siyah beyaz çizilmiş minik bir çocuğun, ellerinden kayıp giden kırmızı balonu…  odama geçip kapıyı kapattıktan sonra gece lambasını  açtım ve ışıkları kapattım.  Mavi çiçeklerle bezenmiş nevresimim, loş ışıkta sadece karartı gibi görünüyordu. Yatağıma uzandım, göz kapaklarım  ağırlaşmaya başladı. Ertesi gün  uyandığımda havanın bugün bulutlu olduğunu gördüm. Son birkaç ay da verdiğim büyük kararların acısını çekiyordum. Adeta boşluğa düşmüştüm. Hazırlanıp dışarı çıktım çünkü fazlasıyla hava almaya ihtiyacım vardı. Kulaklığımı çantamdan çıkardım ve telefonuma taktım. Genelde kulaklığım olmadan dışarıya çıkmazdım.  Telefonumdan Nagat el saghira’nın “ana baashaq el bahr” şarkısını açtım. Çok eski bir şarkı olmasına rağmen sözleri bana çok şey ifade ediyordu. Kimi zaman şarkı dolu gözlerle,Ben semâya aşığım. Yürürken her adımımda aklımda yaşadıklarım canlanıyordu. Daha  gençliğimin ortasındaydım ve hayalimde her zaman yazar olmak vardı. Fakat ailem benim hakkımdaki planlarını çoktan kurgulamışlardı. Avukat olmamı istiyorlardı. Ama unuttukları bir şey vardı ben, mutlu olmayacağım bir işi asla yapmazdım, yapamazdım. Şimdiyse  kendi istediğimi dahi yapamadım. Hayallerim kül olmuştu artık.  Bu sırada sokağın biraz ilerisinde gördüğüm bir şey gözlerime takıldı. İki küçük çocuk ellerinde kendilerinden bile büyük boya sandığıyla duruyorlardı. Elleri kir içindeydi, ayaklarında ise sadece lastik terlik vardı. Yaşları en fazla ondu. Yüzlerine de bulaşmış olan boya gözlerindeki ışıltıyı saklayamıyordu. Işıl ışıl bakıyorlardı hayata, tüm güçleriyle tutunuyorlardı. Onlara yardım etmek istedim ve yanlarına yaklaştım. Elimdeki parayı yavaşça boya sandığının üzerine koydum ve yürümeye başladım.

–  Abla! Paranı düşürdün.

Arkamı döndüm ,çocuklar koşarak yanıma gelmişlerdi.

– Düşürmedim o artık sizin paranız.

– Hayır, bu bizim paramız değil, biz senin ayakkabılarını boyamadık ki!?

– Ama ben size veriyorum. Ayakkabımı boyamanıza gerek yok.

– Biz hak etmediğimiz paraya el sürmeyiz, bize böyle öğretmediler. Lütfen al abla paranı.

Minik ellerini bana doğru uzatmıştı bir tanesi. Ellerinde tuttuğu parayı avucuma sıkıştırdı.

– Biz kardeşimle birlikte büyüyünce doktor olabilmek için çalışıyoruz. Şimdi çalışırsanız ilerde büyük adam olurmuşuz ,annem öyle söyledi. Hem o zaman babamda bize yeni eşyalar alabilirmiş.

– Babanız çalışmıyor mu peki?

– Hayır, çalışmıyor.  O arkadaşlarıyla gidip oturuyor.

– Peki annen?

– Annem çalışıyor. Bir makinesi var onunla çocuklara kıyafet dikiyor sonra satıyor. Ama babam gelince elindeki parayı alıyor.

– Bizim gitmemiz  gerekli daha çok çalışmamız lazım bugün yoksa annem üzülür.

Boya sandığını kavradılar ve yavaşça yürümeye başladılar. Kendimi çok kötü hissediyordum. Daha küçücük yaşta bunları yaşayıp hala küçücük kalplerinde umutla yaşıyorlardı. Birden kendi durumumu düşündüm. Ben ne yapıyordum böyle. Bana düşer miydi  umutsuzluğa kapılmak. Yapabilirdim, kırmızı balonumu uzaklaşmadan yakalayabilirdim. Eve varıncaya dek kendime serzenişlerde bulundum. Eve geldiğimde aklıma geçen yıl yazdığım kitap geldi. Sadece el yazım ile bir deftere yazmıştım. Hala güzelliğini koruyordu. Kitabımın son sayfasına bir söz  yazmıştım. Ve düşleri mumdur insanın  yandıkça eriyip gider… eğer hızlı yanarsa ne kendine ne de etrafına ışık verir…

Yayıneviyle anlaşmalıydım sonra ise kitabımı bastıracaktım.  Bir sonraki gün defterimi de alarak yayınevine gittim. Kitabı çok beğendiklerini söylediler. Anlaşma imzalandıktan sonra dışarıya çıktım.  Dün bana en azından durumumu fark ettiren o çocukları bulmalıydım.

Onları ilk gördüğüm yere gittim fakat orada değillerdi. Karşıda bir dükkan vardı. İçeriye girip dün burada olan çocukları sordum. Adam ise bana onların bu sabah babalarının isteğiyle İstanbul’a gittiklerini, ve bir daha dönmeyeceklerini söyledi. Büyük hayal kırıklığı yaşamıştım. Yüzümde bir tebessüm belirdi. Çünkü biliyordum onlar kırmızı balonlarını bırakmayacaklardı. Kafamı yana çevirdiğimde sanki hala onları görüyordum. Boya sandığını kavrayıp yürüyorlardı hayata karşı dimdik bir biçimde. Aklımda son yazdığım cümleler belirdi. Ve düşleri mumdur insanın  yandıkça eriyip gider… eğer hızlı yanarsa ne kendine ne de etrafına ışık verir…  Biliyordum, onlar hızla tükenmeyeceklerdi. Ne olursa olsun dayanacaklardı. Gözlerinden okunuyordu her şey. Son kez arkama dönüp baktıktan sonra yürümeye devam ettim.

Screenshot 2019 06 03 23 34 31

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Ayşegül Özkan

Daha genç yaşlarda hayata atılmış , hayallerinin peşinde koşan; kendini edebiyat ile ifade eden birisi... Başlıca değindiği konular: umut, hayat, melankoli vb.
En sevdiği şey ise Yıldızlar... ★

Bir cevap yazın

Bir Yorum